13 Temmuz 2010 Salı

Çorba

Yarın olunca her şey çok daha farklı olmuyor.

Bir önceki günden, ondan da önceki günden üzerime sinen ıslanıp yeni kurumuş toprak kokusunu gömleğimden çıkarmak istedim. Çıkmayınca gömleği üzerimden çıkarmaya karar verdim. Vücuduma aynada bakmamıştım, dikkatlice. Otoyolun kenarına park etmiş otomobil camlarından yansıyan bulanık ve koyu renkli vücudumu görünce irkildim. Biçimsiz, sarkık ve göbeği bol bir vücuttu kafamla bacaklarım arasında kalan. Geriye doğru adımlar atarken camdaki görüntü kayboldu.

Acıktım.

Ben yemek yemeyi sevmem. Yorulurum, sıkılırım yemek yerken.

Bir çorbacıya oturdum. Çorba istedim. Çorbacıdan çorba istediğim için şaşırdım kendime. Masada tenekeden yapılmış bir tasın içinde çorba vardı. Çorbanın yanında bir teneke kaşık. Kaşıkla tasın birbirine sürttükleri her an, yani çorbayı her kaşıklayışım içimde adını koyamadığım bir şeyi fena halde titretiyordu. Dişlerime dokundum. Kaşıkla dokundum. Dişlerim sızladı. Masada ekmek vardı. Dilimlenmiş. Ekmeklerin içini çorbayı içtikten sonra yedim. Dışlarını ise pantolonumun cebine koydum. Diğer cebimden 2 demirlik çıkarıp masaya koydum. Hesabımı ödemiştim. Sadece 2 demirliğe midede çorba ve cepte ekmek dışları. Hayat ne kadar da ucuz.

Hayat her gün aynı.