26 Eylül 2010 Pazar

Kelimeler

Az pişmiş bir et parçası gibi ağzımda büyüyen kelimeler yalnızlığımla boydaş. Sadece konuşmak, büyük laflar etmek, hayatıma bir şekilde girip bu küçük ve az yıldızlı otelde uzun ya da kısa süreli konaklama fırsatını -belki de şanssızlığını- yaşamış her insana sunduğum süslü bir battaniyeden başka bir şey değil. Üşüdüklerinde havayla bedenleri arasına sıcak bir set çekmek değil isteğim. Paramparçalığımı gizlesin diye bu sonsuz sunuşlar.

Hayatı kadınlarla tanımakta ısrarcıyım. Beni bunca yalnızlık çukurlarına daldırıp çıkaran da bu zaten. Bir kadın elinin vücudumda bıraktığı iz Dostoyevski'den bile fazla şeyler anlatıyor bana. Hayatın mahremiyet odasına saklanmış kilitli dolaplarda ne varsa, o el izinde görüyorum. Her çizgide akıl almaz bir tecrübe ve şeytanla ortaklık yatıyor. Ve ben şeytanı kıskanıyorum. Kadınların tanrısı şeytanı...

Şüphesiz ki, her an şeytana ibadet ederek yaşayan bu canlılar, sorgulamaktan zihnimi çürüten her şeyin cevabını saklıyorlar. İstedikleri zaman bana da bir dirhem bu gizemden sunup en hayasız düşüncelerle ortalıkta bırakıyorlar. Bir dağın tepesinde duruyorum. Paraşütüm yok. Ve sırtımda bir tekme! Yerçekimine karşı koymaya çalışan bütün organlarım ağzımdan çıkmaya çalışıyor. Ağzımı açmamam gerek bu durumda, biliyorum. Ama benim tek silahım ağzımdan dökülen kelimeler. Konuşuyorum.

Bu hissi asla bilemezsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder